Dilenci Sandılar Dışarı Çıkartılar Meğerse onların
Bankanın önündeki hava bir anda ağırlaşmıştı. Az önce kahkahalarla dolan giriş, şimdi neredeyse nefes alınamayacak kadar sessizdi. İnsanlar kıpırdamıyor, kimse gözünü yaşlı adamdan ayıramıyordu. Hüseyin Dede ise tüm bu bakışlanın ortasında, sanki yıllardır bu anı bekliyormuş gibi dimdik duruyordu.
Genç güvenlik görevlisinin yüzü kireç gibi olmuştu. Az önce sert çıkan sesi, şimdi boğazında düğümlenmişti. Bir adım geri çekildi, ama ayaklan sanki yere çivilenmişti. İçeri girip çıkan müşteriler durumu fark etmiş, olan biteni izlemeye başlamıştı. Bazıları telefonlarına sarılıyor, bazılan ise utançla başını çeviriyordu.
“Demek…” dedi güvenlik görevlisi titreyen bir sesle, “demek siz…”
Cümleyi tamamlayamadı.
Hüseyin Dede onun gözlerinin içine baktı.
“Evet evladım,” dedi. “Demek ben.”
İçeriden yaşlı bir kadın çıktı. Elindeki evraklan sıkıca tutuyordu. Az önce yaşlı adamı gördüğünde yolunu değiştirip kapının diğer tarafından geçmişti. Şimdi durdu,
baktı ve fısıldadı:
“Az önce ona ters ters bakmıştım…”
Hüseyin Dede bunu duydu ama karşılık vermedi. Çünkü onun meselesi kişilerie değil, insanlıkla ilgiliydi.
O sırada içeriden telaşlı ayak sesleri duyuldu. Yöneticilerden biri hızla dışarı çıktı. Yüzü bembeyazdı. Yanındaki çalışanlara fısıldayarak talimatlar veriyordu. Ama
Hüseyin Dede elini kaldırdı.
“Durun,” dedi. “Kimseyi azarlamayın. Kimseyi kovmayın. Bugün buraya hesap sormaya değil, bir gerçeği görmek için geldim.”
Kalabalık daha da arttı. Merak, utanç ve şaşkınlık iç içe geçmişti. İnsanlar artık fısıldamıyor, açık açık konuşuyordu.
“Bu adam kim?”
“Gerçekten sandığımız gibi biri değilmiş…”
“Bak, nasıl da sakin…”
Hüseyin Dede birkaç adım attı. Lastik terlikleri kaldırımda ses çıkardı. O ses, bankanın önünde toplanan herkesin kulaklarında yankılandı.
“Şimdi sizi biraz geçmişe götüreceğim,” dedi yüksek ama yumuşak bir sesle. “Ama masal anlatmayacağım. Gerçek anlatacağım.”
Kalabalık susmuştu.
“Yıllar önce,” diye devam etti, “bu kapılardan içeri girerken insanların yüzüne bakardım. Elbiselerine değil, ayakkabılarına değil… gözlerine bakardım. Çünkü insanın
niyeti orada yazar.”
Güvenlik görevlisi başını yere eğdi.
“Bugün,” dedi Hüseyin Dede, “ben buraya bilerek böyle geldim. Çünkü şunu öğrenmek istedim: İnsanlar hâlâ insana mı bakıyor, yoksa görüntüye mi?”
Bir adam kalabalığın arasından seslendi:
“Biz hata ettik…”
Hüseyin Dede başını salladı.
“Hepimiz ederiz. Ama önemli olan, hatayı fark ettiğimizde ne yaptığımızdır.”
Tam o sırada içeriden genç bir çalışan çıktı. Az önce yaşlı adama en sert bakanlardan biriydi. Gözleri doluydu.
“Ben sizi dışan göndermek istemiştim,” dedi. “Çünkü sizi yoksul sandım.”
Hüseyin Dede ona döndü.
“Yoksulluk cebinle ölçülmez evladım. Merhamet yoksa, işte o zaman insan fakirdir.”
Bu söz kalabalığın içine çakılan bir çivi gibi oturdu.
Hüseyin Dede çantasını açtı. İçinden eski bir defter çıkardı. Kenarları yıpranmıştı. Defteri yavaşça açtı.
“Bu defter,” dedi, “hayatımın en zor günlerinde tuttuğum notlardır. Param yokken de yazdım. Param varken de.”
Defterden bir sayfa çevirdi.
“Bir gün şunu yazmışım: ‘Güç, insanı ya büyütür ya da küçültür. Seçim her zaman ondadır.
Kalabalıktan biri ağlamaya başladı.Devamını okumak için diğer sayfamıza geceilirisiniz..
