Ohio’ya döndüğünde Janet, yaklaşan değişimin farkında olmadan arkadaşlarıyla briç kulübü toplantısına hazırlanmakla meşguldü. Mark’ın yokluğunun kontrol ve komuta etmesi gereken bir açık çek olduğunu varsayarak rolüne alışmıştı. Ancak saltanatı beklenmedik bir zorlukla karşı karşıyaydı. Mark’ın taksisi evin önünde durduğunda akşamın erken saatleriydi. Elinde bavuluyla ailesini şaşırtmak için dışarı çıktı. Kapıya yaklaşırken Janet’ın sesini duydu; sert ve talepkar. Yüreği burkuluyordu; hayal ettiği karşılama bu değildi. Kapıyı sessizce açtı ve fark edilmeden içeri girdi. İçeride Sophie hâlâ dizlerinin üzerinde yerleri ovuyordu, Janet ise emirler yağdırıyordu. Mark’ın varlığı ilk başta fark edilmedi, ancak Sophie’nin kırmızı, su toplamış ellerini gördüğü anda göğsünü öfke ve kalp kırıklığı kapladı. Neye tanık olduğunu idrak edemiyordu. “Sophie,” diye seslendi Mark yumuşak bir sesle, sesi odadaki gerginliği dağıtıyordu. Sophie, gözleri inanmazlıkla irileşerek yukarı baktı. “Baba?” diye fısıldadı, kelime dudaklarından zar zor çıkmıştı. Janet, yüzünde önce şaşkınlık, sonra da sahte bir sevinç ifadesiyle arkasını döndü.Mark! Erken geldin!” diye bağırdı, panik duygusunu zoraki bir gülümsemeyle gizlemeye çalışarak. Janet’ı görmezden gelen Mark, Sophie’nin yanına koştu ve diz çöktü. “Ne oldu canım?” diye sordu nazikçe, ellerini ellerinin arasına alarak. Sophie’nin gözleri doldu ve sonunda ağlamaya başladı. Janet araya girmeye çalıştı ama Mark elini kaldırdı. “Şimdi olmaz Janet,” dedi kararlı bir şekilde. Odak noktası sadece Sophie’ydi. “Artık güvendesin. Söz veriyorum.” O akşam, Sophie babasının kollarında kıvrılmış yatarken, uzun zamandır hissetmediği bir sıcaklık hissetti. Mark, değişiklikler yapılması gerektiğini biliyordu. Janet’ın saltanatı sona ermişti ve Sophie’ye bir daha asla kötü davranılmamasını sağlayacaktı. Birlikte, ailelerini parça parça, özünde sevgi ve mutlulukla yeniden inşa edeceklerdi.