Kayıp Turistin Korkusu – Sayfa 2 – Zekhaber

Ormanın Kalbinde: Kurt ile Göz Göze

Turistin nefesi kesilmişti. Göğsü bir körük gibi inip kalkıyor, boğazındaki nabzı atıyordu. Kurtun gözleri… Sanki dünyanın en eski sırrını saklıyor gibiydi. Turist, o gözlerin içine baktıkça zamanın donduğunu hissetti.
Kurt, burnunu hafifçe kıpırdattı. Havayı kokladı. Gözleri turistin gözlerinden ayrılmadı. Bir an, sanki bir şey bekliyordu.

Adam —adı Emre’ydi— yavaşça geri çekilmeye çalıştı. Ayağının altındaki kuru dal, bir tabanca gibi patladı. Ses, ormanın sessizliğini ikiye böldü. Kurtun kulakları dikildi, dişleri arasından düşük bir hırlama yükseldi.
Emre’nin kalbi boğazına tırmandı. “Şimdi saldıracak,” diye düşündü. “Şimdi sonum gelecek…”

Ama kurt, beklenmedik bir şekilde geri adım attı. Gözlerini kısıp ormanın derinliklerine baktı. Ardından, sanki görünmeyen bir şeyden ürkmüş gibi, karanlığa doğru sıyrılıp kayboldu.

Bir sessizlik çöktü.
Sadece rüzgârın ağaç dallarına çarpan sesi kaldı geriye.

Emre, yere çöktü.
Bacakları titriyordu.
İçinde, hayatta kalmanın şaşkınlığıyla karışık bir boşluk hissi vardı.
“Ne oldu?” diye mırıldandı kendi kendine. “Neden saldırmadı?”

Yalnızlığın Yankısı

Gökyüzü neredeyse görünmez olmuştu. Güneşin son ışıkları, ormanın derinliklerinde kaybolmuştu.
Emre cebinden telefonunu çıkardı, ama ekran karanlıktı. Şarj bitmişti.
Harita yoktu, pusula yoktu.
Sadece orman ve o tarifsiz karanlık.

Bir ağacın dibine oturdu. Soğuk, kemiklerine kadar işliyordu.
Dizlerini karnına çekti, başını dizlerinin arasına koydu.
Yorgunluk, korku ve çaresizlik bir arada büyüyordu içinde.
Bir an için göz kapakları ağırlaştı.

Uykuyla uyanıklık arasında bir yerde, rüzgârın taşıdığı bir ses duydu.
Bir kadın sesi…
“Emre…”
Adını fısıldayan, tanıdık bir ses.

Başını hızla kaldırdı.
“Kim var orada?!” diye bağırdı.
Ama ses cevap vermedi.
Yalnızca yaprakların arasından geçen bir uğultu, uzaklardan gelen bir hıçkırık gibiydi.

Karanlığın İçinden Gelen İzler

Emre ayağa kalktı. O sesi duyduğu yöne doğru yürümeye başladı.
Her adımı, bilinmezliğe atılmış bir kumardı.
Ay ışığı bulutların ardından süzülüyor, yerde gümüşi bir yol oluşturuyordu.
Yolun sonunda bir göl vardı.

Su yüzeyi, sanki gökyüzünü içine çekmiş gibiydi.
Ama o kadar sessizdi ki… sanki göl bile nefes almıyordu.

Emre suyun kenarına yaklaştı.
Eğildi, kendi yansımasına baktı.
Ama sudaki yansıma ona ait değildi.
Bir kadının yüzü vardı orada.
Saçları dalgalanıyor, gözleri yaşla doluydu.

“Sen…” dedi Emre, soluğu kesilerek. “Sen buradasın…”

Kadın, suyun içinde hafifçe başını eğdi. Dudakları kıpırdadı, ama sesi çıkmadı.
Emre bir adım daha yaklaştı.
Suyun üzerinde küçük bir dalga oluştu ve kadının yüzü silindi.

Bir anda gölün arkasından o tanıdık hırlama geldi.
Kurt.

Bu kez çok daha yakındı.

Emre geriye döndü. Kurt, gölün kenarında, ay ışığının tam altındaydı.
Fakat bu kez… o ilk gördüğü vahşi kurt gibi değildi.
Gözlerinde bir tür acı, bir tür tanıdıklık vardı.

Emre’nin boğazı düğümlendi.
“Kimsin sen?” diye fısıldadı.
Kurt başını yana eğdi, ardından hafifçe inledi.
Ve sonra, yavaşça geriye dönüp yürümeye başladı.

Sanki, Emre’yi bir yere çağırıyordu.

Ormanın Kalbi

Emre, korkusuna rağmen peşinden gitmeye karar verdi.
“Bu kadarını yaşadıktan sonra geri dönmek yok,” dedi kendi kendine.
Her adımda, ormanın kokusu değişiyordu. Artık çürümüş yapraklar değil, nemli toprak ve eski taşların kokusu vardı havada.
Bir süre sonra, ağaçların arasında bir açıklığa ulaştı.

Ortada, yosunla kaplı taşlardan oluşmuş eski bir yapı duruyordu.
Bir tapınak gibi…
Ama öylesine yıkıktı ki, zaman bile dokunmaktan çekinmişti sanki.

Kurt, yapının önünde durdu. Gözlerini Emre’ye dikti.
Sonra, yavaşça başını yere eğdi.

Emre temkinli bir şekilde yaklaştı.
Yapının duvarlarında garip semboller vardı — bir kısmı ay, bir kısmı kurt şekline benziyordu.
Birden içini bir ürperti kapladı.
Bunları daha önce görmüştü. Çocukken, anneannesinin anlattığı efsanelerde…

“Ormanın ruhu,” demişti anneannesi. “İnsanın kalbini okur, korkusunu besler, ama aynı zamanda onu korur da…”

O an Emre’nin gözleri doldu.
O kadın sesi, o suyun içindeki yüz…
Hepsi birer uyarı mıydı? Yoksa kurt, onu bir şeyden mi koruyordu?

Geçmişin Yankısı

Emre, elleriyle taş duvarlara dokundu.
Bir anda, başının içinde bir görüntü belirdi.
Bir fırtına…
Bir kadın, ormanda koşuyor.
Arkasından kurtlar geliyor.
Kadın düşüyor.
Ve sonra bir çığlık…

Görüntü kesildi.
Emre sendeledi, nefes nefese yere çöktü.
Kurt yanına geldi. Burnunu Emre’nin eline dokundurdu.
Gözleri, bir şey anlatmak ister gibiydi.

“Sen…” dedi Emre. “Sen o kadını koruyamadın, değil mi?”

Kurt gözlerini kapadı.
Sanki bir suçluluk duygusu vardı içinde.

Gerçeğin Yüzü

Emre, başını kaldırdı. Gökyüzüne baktı.
Bulutlar dağılmış, ay tam tepesine oturmuştu.
Ay ışığı kurtun tüylerine vurdukça, o tüylerin arasında bir parıltı belirdi — gümüşe benzeyen bir ışıltı.
Emre geri çekildi.
Kurt, bir adım attı.
Ve o anda, vücudu sanki bir sisin içine karıştı.

Sis dağıldığında, Emre karşısında bir insan gördü.

Bir kadın.
Suyun içindeki yüz.

Ama bu kez, gerçekti.
Ay ışığı tenine vuruyor, saçları omuzlarına dökülüyordu.
“Emre…” dedi kadın, titrek bir sesle.
“Beni hatırladın mı?”

Emre’nin dizleri çözüldü.
“Zehra…”

Kadın başını eğdi. Gözlerinden yaşlar süzülüyordu.
“Ben buradaydım,” dedi. “O gün fırtına çıktığında… seni bulmak için ormana girmiştim. Ama orman, benden başka bir şey istedi.”

Emre’nin zihni karıştı. “Ne demek istiyorsun?”

Zehra bir adım yaklaştı.
“Orman, insanın korkusuyla beslenir. Ben korktum, Emre. Ve o korku… beni başka bir şeye dönüştürdü.”
Kadının sesi titredi.
“Kurt bendim.”

Kırılma

Emre, nefes bile alamadı.
O an, her şey yerli yerine oturuyordu. Kurtun neden saldırmadığı, neden onu ormanın kalbine götürdüğü…
Hepsi, bir uyarıydı.
Bir veda.

Zehra elini uzattı.
Avuçlarının içinde küçük, ışık saçan bir taş vardı.
“Bu,” dedi, “beni buraya bağlayan şey. Bu taşı kırarsan, ben özgür olurum.”

Emre’nin gözlerinden yaşlar süzüldü.
“Ya sen?” diye sordu. “Sen ne olacaksın?”

Zehra gülümsedi.
“Rüzgâr olurum. Belki bir gün, yaprakların arasında yine sesimi duyarsın.”

Emre taşı eline aldı.
Avuçlarında sıcaklığı hissetti.
Kalbi ikiye bölünmüş gibiydi — biri sevdiğini kurtarmak istiyor, diğeri onu bir daha kaybetmekten korkuyordu.

“Beni affet,” dedi.
Ve taşı iki elinin arasında sıktı.

Bir ışık patlaması oldu.
Orman, bir anda beyaza kesildi.
Rüzgâr yükseldi, yapraklar dans etti.
Zehra’nın bedeni bir ışık zerresi gibi dağıldı.

Ve sonra, sessizlik.

Sabahın Doğuşu

Emre, gözlerini açtığında gökyüzü aydınlanmıştı.
Kuşlar ötüyordu.
Yerde, kırık taşın kalıntıları vardı.
Ama Zehra yoktu.

Gölün kenarına gitti.
Suyun yüzeyinde bir yansıma vardı.
Kendi yüzüydü bu kez.
Ama dudaklarında, Zehra’nın gülümsemesi vardı.

Orman, artık farklıydı.
Korkutucu değil, huzurluydu.
Sanki içinde bir ruh eksilmişti — ve o eksilen ruh, sonunda özgürlüğe kavuşmuştu.

Emre ayağa kalktı, derin bir nefes aldı.
Güneşin ilk ışıkları yüzüne vururken, fısıldadı:
“Artık yalnız değilim…”

Rüzgâr, ağaçların arasından geçti.
Uzaklardan, tanıdık bir ses duyuldu.
“Emre…”

Ve orman, yeniden yaşamaya başladı.

Leave comment

Your email address will not be published. Required fields are marked with *.