İçindeki fırtınayı yalanlayan bir sükunetle, Ronda yaklaştı, tüm odağı La Kea’daydı. Kızının yanına diz çöken Ronda, bir anne şefkatiyle onu kontrol etti ve oluşan morlukların dışında bir zarar görmediğinden emin oldu. Sarsılmış olmasına rağmen La Kea, gözleri rahatlama ve korku karışımıyla yaşarken, güven verircesine hafifçe başını sallamayı başardı. Ronda ayağa kalktı ve tüm dikkatini, kalabalığın arasına karışmaya çalışan ve önceki cesaret gösterisini göremeyen Trevor’a verdi. “Kendini güçlü mü sanıyorsun?” diye sordu, sesi alçak ama etkileyiciydi. “Kendinden küçük biriyle uğraşmanın seni güçlü mü yaptığını sanıyorsun?” Öğrenciler, telefonlarını ellerinde unutmuş, hayranlıkla izliyorlardı. Yüzü kızarmış ve kararsız Trevor, acınası bir savunma kekeledi. “Sadece şakalaşıyordum,” diye mırıldandı, kayıtsız görünmeye çalışsa da büyük bir başarısızlıkla. Ronda, ifadesinde hayal kırıklığı ve kararlılık karışımı bir ifadeyle başını salladı. “Gerçek güç,” dedi, “başkalarını incitmek değil. Onları yüceltmek, yanlarında durmaktır. Bugün yaptığın korkaklıktı.” Trevor güçlükle yutkundu, gözleri orada olmayan bir kaçış yolu arıyordu. Kalabalığın algısı değişmiş, fısıltılar yükselmiş, fikir akışı ona karşı dönmüştü. Ronda hafifçe dönerek öğrencilere seslendi. “Her birimizin her gün bir seçeneği var: zorba, seyirci veya koruyucu olmak. Hangisini seçeceğimi biliyorum.” Sözleri havada asılı kaldı, hem bir meydan okuma hem de bir fırsat. Bir sonraki dersin zili çaldığında, öğrenciler dağıldılar, sohbetleri günün beklenmedik dramıyla uğulduyordu. Morali bozulan Trevor, önceki cüretkârlığının gölgesinde, sessizce uzaklaştı. Bu sırada Ronda, La Kea’nın omzuna sarılarak hem teselli hem de güç verdi. Yan yana yürüyen anne ve kızı, bir sınıfta öğretilenlerden daha güçlü bir ders bırakarak okuldan çıktılar. Bu, herkesin adaletsizliğe karşı durma, korkuyu cesarete dönüştürme ve zorluklar karşısında bile birlikten güç bulma potansiyeline sahip olduğunu hatırlatıyordu.